top of page

Makaleler

Teşne Ütopya

Hasan Cingiz, 2008 yılında tuval üzerine boyayı akıtarak oluşturduğu serisinde, göçebelerin keyifli yaşamını, stilize edilmiş figürlerle aktarmıştı. Dağınık, mekânsız ve anonim figürlerneşe içindeydi. Seri, bir süre tuval üzerinde devam etti. Daha sonra sessizliğe büründü. Tuval üzerindeki durağanlık, sanatçıyı rahatsız etmeye başladı. Figürlerin göç rotası değişti. Kimisi tuvalin dışına, üçüncü boyuta atladı. Yüzeyde kalanlar ise düzensiz bir gezegen yarattı. Buradaki tüm yönler bireysel. Birinin sağı, diğerinin solu ve bitmeyen bir çatışma hâkim.

Çatışmadan kaçmak isteyenler, huzurluymuş gibi davrananlar da var. Fakat onların denizleri kara, karaları deniz gibi. 21. yüzyıl insanının yarım yamalak hali, boyaya ve polyestere bulanıp biçimselleşmiş, demirden kürk giymiş, salınıyor.

Sanatın aurasını güçlendiren en önemli şeylerden birisi hem bireysel hem de evrensel olabilmesidir. Sanatçı, kendi hafızasını evrensel bir dille aktarabilir. Hasan Cingiz’de dünyasını, distopyaya dönüşmeye teşne ütopyasını, izleyicinin önüne seriyor.

Yola çıktığından beri, ilkel boyutta dolaşan göçebelerini modern dünyadan gizlemeye çalışıyor. Figürlerinin en belirgin özeliği, saçları ise titreşen müzik notaları gibi havalanmış. Fakat olan bitenin farkındalar. Ete kemiğe bürünmeyen, isyanı fark edilmeyen, neşesi de hüznü de yarım kalan göçebeler toplumsal belleğin derinliklerine “buradayız” diye sesleniyorlar. 

 

 

Sanat Tarihçi / Yazar

Göknur Gürcan

Üçüncü Boyuta Göç

 

Hasan Cingiz’in çingeneleri tuvalden göç etti.

 

Sanatın doğasıdır, göç. Sanatçı yola çıktığı yere geri dönmese de eserlerinin bir yanı oraya bağlı kalır. Sanat eserleri dönüşmez. Göç ederler.

 

Hasan Cingiz, 2008 yılında tuval üzerine boyayı akıtarak oluşturduğu serisinde, çingenelerin keyifli yaşamını, stilize edilmiş figürlerle aktarmıştı. Dağınık, mekânsız ve anonim figürler neşe içindeydi. Seri, bir süre daha tuval üzerinde devam etti. Daha sonra çingeneler sessizliğe büründü. Tuval üzerindeki durağanlık, sanatçıyı rahatsız etmeye başladı.

 

Shakespeare Fırtına isimli oyununda şöyle diyordu: “Her şey tutuşunca, gemiciler dışında herkes, Kendini köpüren tuzlu suya atıp tekneyi terk etti. Aşağı ilk atlayan, saçları dimdik olmuş, Sanki saç gibi değil saz gibi, Kral'ın oğlu Ferdinand oldu…”

 

Cingiz’in çingeneleri de tuvalden dışarı atladı. Yine anonim, mekânsız ve dağınıklar. Saçları titreşen müzik notaları gibi. Ruhları gibi yaşamları da isyankar.

 

Hasan Cingiz çingenelerin nezdinde sanatın göçebeliğini sorgulamaya başlamış. Heykellere göç eden figürlerin malzemeleri de hareketi destekliyor. Heykellerden biri, kitsch bir bibloyu hayran hayran izlerken dışarı yansımayan bir çatışma ortamı oluşturuyor; seri üretim bibloya bakan bir sanat eseri.

 

 Mekâna bağımlı olmayan göçebeler, eşyalara bağımlı olmayan çingeneler. Tüketim toplumunun esir alamadığı isyankâr göçebeler artık kendi yollarını çiziyor.

 

Sanatçının Türk ve Avrupa koleksiyonlarında çingeneler serisinden eserleri bulunuyor. Birkaç defa sergilenen ve izleyiciler tarafından çok beğenilen çingenelerin bir kısmı galeriye çıkmadan koleksiyonerler tarafından satın alındı. Sanatçının kendi eserlerinin göçebe ruhuyla gerçek göçerler arasında samimi bir bağ kuruyor.

bottom of page