GEÇİŞ
Eksik Bütünlük: Parçalanmış Birliğin Estetiği
İnsan, varoluşunun en başından beri bütünlüğü aramıştır. Mitolojilerde tanrılarla birleşmeyi, dinlerde sonsuz huzuru, felsefede hakikatin tamamını bulmayı arzularız. Ne var ki bu arzunun kendisi, eksikliğe işaret eder. Tamamlanmak istenen her şey, eksikliğini fark ettirir. “Eksik Bütünlük” tam da bu noktada doğar: bir şeyin hem eksik hem de bir bütün olabileceği paradoksal ve şiirsel bir alan.
Bu kavram, yalnızca bir çelişkiyi değil, insan olmanın özünü de taşır. Çünkü bizler tamamlanmamış varlıklarız; sürekli değişen, dönüşen ve arayan… Her zaman biraz eksik, ama bir yandan da tamam sayılabilecek kadar bütüne yakın.
Eksiklikten Doğan Bütünlük
Felsefede eksiklik, genellikle olumsuz bir boşluk olarak görülür. Oysa eksiklik, yaratının ilk adımıdır. Platon’un Şölen diyaloğunda insanın ikiye bölünmüş olması ve diğer yarısını araması, eksiklikten doğan bütünlük arzusunun simgesidir. Lacan’ın psikanalizinde ise özne, daima “başka bir şey olma” arzusuyla hareket eder — bu arzu, geçişin kaynağıdır ama aynı zamanda öznenin itici gücüdür.
Sanatta ve estetikte ise eksiklik, izleyiciye alan bırakır. Boşluklar, yorumla doldurulur. Bütünlüğü tamamlamak izleyiciye düşer. Eksik olan, sanatın yaşayan ve soluk alan yanıdır. Bu nedenle “eksik bütünlük” yalnızca bir hal değil, aynı zamanda bir yöntemdir: tamamlanmamış bir form, izleyiciyle bütünleşir.